
Tarihten Ders Çıkaran Var mı?..
08:51:47
Neden Yok Oldular?
Maya’lar Orta Amerika’nın tropikal yağmur ormanlarında kendi şehir devletlerini kurup hiyeroglif yazı, ayrıntılı takvim hesapları ve piramit tapınaklar inşa ederken, İnka İmparatorluğu And Dağları’nın yüksek platosunda bir araya gelerek merkezi bir yönetim, kilometrelerce uzanan yol ağı, taş duvarcılık sanatı ve kaynakları merkezi olarak yöneten bir ekonomi sistemi geliştirmiştir. İnka uygarlığı da tarih boyunca “medeniyet” tanımına uyan, Maya uygarlığıyla benzer şekilde karmaşık bir toplumsal örgütlenme, gelişkin tarım teknikleri, taşınabilir yönetim yapıları ve anıtsal mimari eserler ortaya koymuş bir kültürdür…
Her iki uygarlık da bulundukları coğrafyanın getirdiği zorluklara özgün çözümler üretmiş; Maya kentlerine su temin etmek için su yolları ve dolgu sistemleri kullanırken, İnkalar yüksek rakımlı tarım alanlarını mermer basamaklarla teraslayıp sulama kanalları inşa etmiştir. Maya’lar yazılı belgeler ve hiyeroglif taş kayıtları bırakmış olmalarına karşın İnka yönetimi, kipi adı verilen düğümlü siciller ve ağızdan ağıza aktarılan anılarla sürdürülmüştür. Dolayısıyla hem “medeniyet” kavramı hem de yaratılan somut eserler bakımından İnka toplumu da Maya’lar gibi kendi başına seçkin bir uygarlık olarak kabul edilir; ancak coğrafi, teknolojik ve örgütsel açılardan aralarında belirgin farklılıklar vardır.
Maya ve İnka uygarlıkları, coğrafi olarak birbirinden binlerce kilometre uzakta, farklı zaman dilimlerinde ve farklı ekolojik koşullar altında ortaya çıkmış, birbirinden bağımsız gelişen iki büyük Amerika uygarlığıdır. Aralarındaki temel “ilişki”yi, birbirleriyle doğrudan etkileşimlerinin olmaması; bunun yerine her ikisinin de kendi bölgesinde benzer süreçlerden geçerek karmaşık kent merkezleri, katmanlı toplumsal yapılar ve gelişkin astronomi-tarım sistemleri oluşturmuş olması şeklinde özetlenebilir.
Öncelikle yer ve zaman bakımından ele alınırsa, Maya medeniyeti MÖ 2. binyıldan itibaren Orta Amerika’nın tropikal yağmur ormanlarında (bugünkü Meksika’nın güneyi, Guatemala, Belize ve Honduras’ın bazı kesimleri) filizlenen bir kültürdür. Klasik Dönem’i (yaklaşık MS 250–900) esnasında büyük taş kentler, hiyeroglif yazı, ayrıntılı takvimler ve piramit tapınaklar inşa etmiş; ardından nüfus baskısı, kuraklık ve siyasal karışıklık nedeniyle yavaş bir çöküş yaşamıştır. İnka uygarlığı ise binlerce kilometre güneyde, dağlık And Dağları’nın soğuk, yüksek platolarında ancak Orta Çağ’ın sonlarına doğru, 13. yüzyıl civarında gerçek bir imparatorluk hâline gelmiş; 15. yüzyılda en güçlü dönemini yaşamış, 1530’ların başında İspanyol istilasıyla son bulmuştur.
Coğrafi ve kültürel açıdan hiçbir zamansal veya mekânsal örtüşme söz konusu olmadığından, Maya ve İnka toplumları arasında doğrudan ticaret ya da diplomatik temas kaydı bulunmaz. Arada yer alan az sayıda orta Amerika uygarlığı (Zapotek, Mixtek, Toltek, Aztek gibi) ile de İnkalar arasında bilinen bir bağlantı yoktur. Karayipler ve Orinoko havzası gibi doğrudan ticaret koridorları da kurulamamış; hatta her iki uygarlığın ortak kullandığı tek bir yazı sistemi, ortak bir tanrı panteonu ya da benzer seramik-piramit mimarisi dahi yoktur. Bu durum, her birinin kendi bölgesel çevresine özgü olarak geliştiğini, dolayısıyla benzer toplumsal ve teknolojik evrim aşamalarını ayrı ayrı tecrübe ettiğini gösterir.
Bununla birlikte günümüzde hem Maya hem İnka uygarlıkları hakkında yapılan arkeolojik ve etnohistorik araştırmalarda, “büyük Amerika uygarlıklarının” benzer sorunlar -tarımsal yoğunlaşma, kaynak yönetimi, siyasal merkezileşme ve dışsal şoklara (iklim değişikliği, salgın hastalık, istilalar) dayanıklı olma ihtiyacı- çerçevesinde paralellikler taşıdığı vurgulanır. Ancak bu paralellikler, doğrudan bir ilişki ya da karşılıklı etkileşimden çok, benzer ekolojik ve sosyal baskıların farklı ekvator kuşağı uygarlıklarını benzer çözümlere itmesinin örnekleri olarak görülür.
Sonuç olarak, Maya ve İnka uygarlıkları günümüz coğrafyasını birleştiren büyük bir “Amerika mirası”nın iki ayrı sütunudur; aralarında doğrudan bir ilişki olmamakla birlikte, her ikisi de insanlığın karmaşık topluluklar kurma ve çevre şartlarına uyum sağlama yetisinin eşsiz örnekleridir.
MAYA MEDENİYETİNİN ÇÖKÜŞÜ
Maya medeniyetinin yok oluşu, tek bir nedene değil; birden fazla faktörün uzun vadede üst üste binmesine bağlanır. Özellikle 9. yüzyılda, yani Maya Klasik Dönemi’nin sonlarında (yaklaşık MS 800–900), bu uygarlık güney bölgelerinde ciddi bir çöküş yaşamıştır. Ancak bu bir “ani yıkım" değil, yavaş ve kademeli bir çöküş sürecidir. Temel nedenler şunlardır:
Aşırı nüfus ve çevresel baskı
Maya şehirleri, özellikle yoğun tarıma dayalı ekonomilerle çok sayıda insanı besliyordu. Nüfus arttıkça ormanlar kesildi, tarım alanları genişletildi, topraklar yoruldu. Bu da gıda kıtlığı ve toprak erozyonuna yol açtı.
Paleoklimatolojik araştırmalar, MS 800–1000 arasında bölgede ciddi kuraklık dönemleri yaşandığını gösteriyor. Yağmur suyuna bağımlı tarım ve su kaynakları, kuraklıkla birlikte çöktü. Bu da açlık, hastalık ve toplumsal istikrarsızlığı tetikledi.
Siyasi parçalanma ve savaşlar
Maya şehirleri bağımsız devletçiklerdi ve birbirleriyle sık sık savaş halindeydiler. Kaynak kıtlığı arttıkça savaşlar da şiddetlendi. Liderlik mücadeleleri, şehirlerin yıkımına ve terk edilmesine neden oldu.
Ekonomik çöküş
Ticaret yolları bozuldu, elit sınıfın zenginliğini sağlayan mallar (obsidyen, kakao, deniz kabukları vs.) azalınca sosyal hiyerarşi zayıfladı. Halk desteğini yitiren yöneticiler düşüşe geçti.
İnanç sisteminde sarsıntılar
Maya yöneticileri kendilerini tanrılarla bağlantılı görüyorlardı. Kuraklıklar ve felaketler karşısında bu inanç sarsıldı. Halk, dini ve siyasi otoritelere olan güvenini kaybetti.
Özetle, çevresel kriz, kaynak yetersizliği, sosyal çöküş ve siyasal istikrarsızlık, Maya medeniyetinin güney merkezlerinde çökmesine neden oldu. Ancak kuzeydeki bazı Maya şehirleri (örneğin Chichén Itzá) bu çöküşten sonra da bir süre daha yaşamaya devam etti. Tam anlamıyla yok oluş, İspanyol sömürgeciliği ile 16. yüzyılda tamamlandı.
İNKALARIN ÇÖKÜŞÜ
İnkaların çöküşü, esas olarak İspanyolların bölgeye gelişi ve arkasından gelen iç karışıklıklar ile bulaşıcı hastalıkların bir araya gelmesi sonucunda gerçekleşti. On iki parçalı devasa bir imparatorluk olan İnka Devleti, 1520’lerde Cuzco’da Huáscar ile Atahualpa arasında başlayan kardeşler savaşıyla zaten zayıflamıştı; bu iç çatışma, merkezi otoritenin sarsılmasına ve eyaletlerin kendi başlarına hareket etmesine yol açtı. Bu hengâmenin tam ortasında 1532’de Francisco Pizarro önderliğindeki küçük bir İspanyol keşif grubu And Dağları’na ulaştı.
Ayrıca 1526–1530 yılları arasında yaygınlaşan çiçek hastalığı salgını, İnkaların nüfusunu büyük ölçüde düşürdü ve hem halkın hem de ordunun direncini kırdı. Zayıflamış toplumsal yapının ve bölünmüş yönetimin avantajını iyi kullanan Pizarro, Atahualpa’yı esir alıp fidye karşılığında altınla dolu odalar doldurtmasına rağmen, onu idam etti. Ardından hızla Cuzco’yu ele geçirerek imparatorluğun belkemiğini kırdı.
Bunun ötesinde İspanyolların ateşli silahlar, demir aletler ve atlı birlikler gibi teknolojik üstünlüğü ile yerli iş birlikçilerin (Inkaların düşman olduğu kabilelerin) desteğini alması, direnişi daha da zayıflattı. İnka toplumunun geleneksel yapısını temelinden sarsan bu istilanın ardından yeni sömürge idaresi kuruldu ve 1572’de son büyük İnka direnişi –Tupac Amaru’nın idamıyla- resmî olarak bastırıldı. Böylece Orta ve Güney Amerika’nın en güçlü imparatorluklarından biri, İspanyol keşifleri, iç savaş ve salgın hastalıkların etkisiyle kısa sürede ortadan kalktı.